top of page

İçimde Kalabalık bi ekip var




“Kimse olmasa dahi senin hayatında sen varsın, unutma. Kendi tanıklığın senin en önemli tanıklığın.”

Doğan Cüceloğlu’nun bu sözüyle karşılaştığımda, bir süre durdum. Yutkundum. Çünkü o an fark ettim: hayatımın pek çok döneminde en çok ihtiyaç duyduğum şey bir tanıktı. Beni gören, duyan, anlayan, varlığımı onaylayan bir başka göz. Ama bu göz dışarıda değildi. İçimdeydi. O göz bendim.


Yıllardır kendimi bir başkasının şahitliğinde anlamlandırmaya çalışmışım.

Onaylanmadığımda, görünmediğimde, takdir edilmediğimde kendi değerimden de şüphe etmişim.

Ve şimdi dönüp bakınca fark ediyorum: ben kendi iç tanıklığımı ihmal etmişim.


Ama bu fark ediş, romantik bir içsel uyanış hikâyesi değil.

Çünkü içimdeki dünya da en az dışarısı kadar karmaşık.

Benim içimde bir “ekip” var — ve bu ekip ne yazık ki tek yürek, tek ses değil.


Bir tarafta yaşadıklarıyla hâlâ baş etmeye çalışan, sistemin, ihmalin ve kayıpların mağduru olan ben var.

O çok sessiz. Ama çok güçlü. Çünkü geçmişi taşıyor.

Bir tarafta bütün bunlara rağmen sorumluluğu sırtlanmış, bedel ödemiş, hayatta kalmış ve hatta başarmış ben var.

O çok yorgun. Ama çok inatçı.

Bir başka yanda coşkulu, üretken, hayal kuran, harekete geçen ben var.

O çok hevesli. Ama sabırsız.

Ve bir yanda da hiçbir şey yapmak istemeyen, kendini yorgun ve yetersiz hisseden, her şeyi erteleyen ben var.

O çok kırılgan. Ama çok inandırıcı.


Bu ekip bazen iş birliği yapıyor. Bazen birbirini sabote ediyor.

Bir yanım çalışırken diğer yanım “boşuna uğraşıyorsun” diyor.

Bir yanım ilerlerken diğer yanım “nereden çıktığını sanıyorsun?” diye çekiştiriyor.

Ve ben yıllarca bu seslerden hangisinin “gerçek” ben olduğuna karar vermeye çalıştım.


Meğer hepsi bendeymiş.

Ve mesele birini susturmak değilmiş.

Mesele, bu içsel kalabalığı yönetmeyi öğrenmekmiş.


Psikolojide buna “içsel çokluk” deniyor.

İnsanın tek bir parçadan değil, birçok alt kişilikten oluştuğu fikri.

Çocuk yanımız, eleştiren yanımız, hayal eden yanımız, korkan yanımız, cesur yanımız…

Ve biz bu iç sesleri fark ettiğimizde, onları suçlamak yerine dinlemeyi başardığımızda,

kendimizi daha bütün, daha sağlam hissediyoruz.

Çünkü ne zaman içimizdeki bir parçayı susturursak, o susturulan parça başka yerlerden konuşmaya başlıyor.

Bedenimizden. Davranışlarımızdan. İlişkilerimizden.


Ben bugün, kendi içimdeki bu ekibe farklı bir yerden bakıyorum.

Hepsine şefkatle ama net bir dille yaklaşıyorum:

“Senin sesin önemli, ama artık kararı ben veriyorum.”

Bu, sorumluluk almak. Bu, iç liderliği devralmak.

Bu, kendine tanıklık etmek.


Çünkü Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi:

“Kendi tanıklığını keşfetmiş birisi güvenilir bir insan olur.”

Ve ben bu güveni önce kendimle kurmak istiyorum.

Kendime verdiğim sözleri tutarak.

Kendimi sabote eden seslere kulak verip, onları susturmadan yönlendirerek.

Kendi potansiyelime sahip çıkarak.

Kendime saygı göstererek.

Ve en önemlisi, kendime alan açarak.


Bu yazı, bir sonucun değil, bir sürecin parçası.

Henüz tamamlanmadım. Ama artık yolda olduğumu biliyorum.

Ve o yolda kendime tanıklık etmeye niyet ediyorum.


İçimdeki ekip çok kalabalık.

Ama ben lideri olmayı seçiyorum.

 
 
 

Comments


bottom of page